YÜKSEKÖĞRETİMDE COVID-19 SÜRECİ NASIL FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR?
Öncelikle sorgulanması gereken yükseköğretimin işlevini yerine getirip getirmediğidir.
Pragmatist bir yaklaşımla üniversite eğitimi almanın çıktısı iyi bir iş bulmaktır. Bugün ülkemizde herhangi bir üniversiteden alınan diplomanın geçerliliği ve işlerliği kamu kurumları dışında kalmamıştır. Özel sektör, yeterlilikler üzerine kurulu değerlendirme ve işe alım süreçleri geliştirmiş ve bu süreçte aldığınız diplomanın anlamı çok sınırlı ya da anlamsız olmuştur. Diğer taraftan gerçek hayat ilişkisi sınırlı bir eğitim-öğretim sürecinin içinden geçen üniversite öğrencilerine girişimcilik heyecanı ve altyapısını ne kadar verebildiğimiz farklı bir soru(n)dur. Ülkemizdeki yüzde 1’lik dilimde “çok iyi” üniversitelere dahi yerleşen öğrencilerin yeterlilikleri sorgulanır hale gelmiştir.
Bu yüzden yeterliliklerin çıktı olarak ortaya konulabildiği bir yükseköğretim stratejisi hedef olmalıdır.
Öğrencilerin bu yeterliliklere sahip olarak mezun olup olmadıklarını ölçebilecek ve kanıtlar gösterebilecekleri ölçme ve değerlendirme mekanizmaları kurmak bu hedefi gerçekleştirmenin ilk aşamasıdır. Bu, yönetici ve akademisyenlerin düşünce sistemlerini değiştirmelerinde en çok direnç gösterecekleri aşama olacaktır. Bu değişim, sadece sonuca (yani geçme-kalmaya) odaklı ve sıralamaya dayalı veriler veren ölçme-değerlendirme stratejilerini terk ederek sürece ve yeterliliklere odaklı stratejiler geliştirmemizi gerektirmektedir.
Öğrencilerin yeterliliklerini kanıtlayan sertifikasyon imkanlarına sahip oldukları ve gerçek hayat problemlerine çözümler ürettikleri projeler geliştirdikleri onlar için anlamlı bir öğrenme sistemi geliştirilmelidir.
Bu kapsamda öğretim elemanlarının bilgide tek referans olduğu ve etkileşimin sınıfla sınırlı olduğu öğretim merkezli bir yaklaşımın öğrencileri gerçek hayata hazırlamasını beklemek abesle iştigal etmektir. Burada ihtiyaç duyulan ve bir önceki paragrafta dile getirilen öğrencilerin yeterlik kanıtlarını ortaya koyabilecekleri problem ve proje temelli öğrenci merkezli bir yaklaşımın işe koşulmasıdır. İçeriğin tek kanaldan gelmediği, bilgide çeşitliliğin sunulduğu, öğrencilerin kendi öğrenme süreçlerini kontrol edebilecekleri ve gerçek hayat ile ilişkili anlamlı çıktıların ortaya konulduğu öğrenme ortamları tasarlanmalıdır.
Yükseköğretimin derhal gerçek hayat ile arasındaki boşluğu kapatması gerekmektedir. Bu boşluğu yeterlilik, çeşitlilik, toplumsal etki, sosyal sorumluluk, açık uçlu deneyimler gibi gerçek hayatta karşılığı olan uygulamalar doldurmalıdır.
İşte bu seviyede COVID süreci fırsatlar yaratmıştır ve dijital dönüşüm konusunda üniversiteleri zorlamıştır. Çünkü yükseköğretimde paradigma değişimi ancak başarılı bir dijital dönüşüm ile gerçekleştirilebilir. Yükseköğretimin amacı konusunda farklı inançlar direnç oluştursa da; değişim zamanını geldiğini düşünen proaktif uygulamalar da ortaya çıkmaya başlamıştır.
Özellikle de yükseköğretimde aldıkları eğitimden tatmin olmayan öğrencilerimizin kaliteli eğitim arayışları değişim ihtiyacının önemli bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır.